92406 kayıt bulundu.
1. -e , -e , -e , -e , Bellemesini sağlamak, öğretmek
1. Sina çölünde Türk milletinin bir ikinci destanı daha var ki her Türk çocuğuna belletmek lazım gelir.
1. Sina çölünde Türk milletinin bir ikinci destanı daha var ki her Türk çocuğuna belletmek lazım gelir.
1. isim , isim , isim , isim , Eğitim kurumlarında etütleri denetleyen kimse, belletici
1. -i , -i , -i , -i , Belleme ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Belleme becerisi bulunmak
belli başlı, belli belirsiz
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Bilinmedik bir yanı olmayan, malum
1. Hâlimiz, vaktimiz sizce belli.
1. Hâlimiz, vaktimiz sizce belli.
2. Gizli olmayan, ortada olan, anlaşılan, bedihi, zahir, aşikâr
1. Bu azade insanlarda her türlü adiliklerden uzak bir efendilik olduğu ne kadar da bellidir.
1. Bu azade insanlarda her türlü adiliklerden uzak bir efendilik olduğu ne kadar da bellidir.
3. Belirli, muayyen
1. Bu oyun çok kısa, belli bir temsil süresi doldurmuyor.
1. Bu oyun çok kısa, belli bir temsil süresi doldurmuyor.
karınca belli
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Beli olan
1. Hani sen benim gibi ince belli sarışınları severdin?
1. Hani sen benim gibi ince belli sarışınları severdin?
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Belirli, muayyen
1. Dilimiz de mizah gazetelerinin belli başlı alay konuları arasında idi.
1. Dilimiz de mizah gazetelerinin belli başlı alay konuları arasında idi.
2. Önemli
1. Anneniz, bu kurumun oluşmasında emeği geçmiş belli başlı kişilerdendir.
1. Anneniz, bu kurumun oluşmasında emeği geçmiş belli başlı kişilerdendir.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Yarı belli
1. Anahtar deliği karanlıktı, içeriden belli belirsiz sesler geliyordu.
1. Anahtar deliği karanlıktı, içeriden belli belirsiz sesler geliyordu.
2. zarf , zarf , zarf , zarf , Zorlukla seçilerek, yarı bellisiz olarak, duyularak, çok az belli olarak
1. Masa ara sıra, belli belirsiz titriyordu.
1. Masa ara sıra, belli belirsiz titriyordu.
1. isim , isim , isim , isim , Belli belirsiz olma durumu
1. Yine aynı belli belirsizlikle, varla yok arası bazı yürek vuruşları işitiyorum.
1. Yine aynı belli belirsizlikle, varla yok arası bazı yürek vuruşları işitiyorum.
1. açıklamak, iyice görünür ve anlaşılır bir duruma getirmek
1. Durumdan hoşlanmadığı belliydi ve bunu belli etmek istediği de belliydi.
1. Durumdan hoşlanmadığı belliydi ve bunu belli etmek istediği de belliydi.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , sezdirmek, hissettirmek
1. Bu rahatsızlığını bana karşı düşmanlık biçiminde belli etti.
1. Bu rahatsızlığını bana karşı düşmanlık biçiminde belli etti.
1. anlaşılmak, açıklanmak
1. Ailelerin bunu nasıl karşılayacağı belli olmazdı.
1. Ailelerin bunu nasıl karşılayacağı belli olmazdı.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Belli olmayan, bilinemeyen
1. Ne kumaştan olduğu bellisiz murdar birer entari...
1. Ne kumaştan olduğu bellisiz murdar birer entari...
1. isim , isim , tıp , tıp , isim , isim , tıp , tıp , Üreme organlarının akıntılı ve bulaşıcı bir hastalığı
1. Ta eskiden, yirmi sene evvel bir belsoğukluğu geçirdimdi.
1. Ta eskiden, yirmi sene evvel bir belsoğukluğu geçirdimdi.
Telaffuz : be'lsoğukluğu
1. kaba konuşmada , kaba konuşmada , kaba konuşmada , kaba konuşmada , bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışını sektirmek
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Çok beyaz, apak
1. Kendisini son kez gördüğümde babamın saçları nasıl beyazsa ilk kez gördüğümde de bembeyazdı.
1. Kendisini son kez gördüğümde babamın saçları nasıl beyazsa ilk kez gördüğümde de bembeyazdı.
2. zarf , zarf , zarf , zarf , Pırıl pırıl, apaçık bir biçimde
1. Bütün İzmit bir leylak demeti gibi bembeyaz, gözlerinin önüne açıldı.
1. Bütün İzmit bir leylak demeti gibi bembeyaz, gözlerinin önüne açıldı.
Telaffuz : be'mbeyaz